ISSN 2149-2263 | E-ISSN 2149-2271
The Anatolian Journal of Cardiology - Anatol J Cardiol: 15 (3)
Volume: 15  Issue: 3 - March 2015
META ANALYSIS
1.Thrombus aspiration in patients with ST elevation myocardial infarction: Meta-analysis of 16 randomized trials
İbrahim Halil Tanboğa, Selim Topçu, Enbiya Aksakal, Mustafa Kurt, Ahmet Kaya, Vecih Oduncu, Serdar Sevimli
PMID: 25880174  PMCID: PMC5337052  doi: 10.5152/akd.2015.6114  Pages 175 - 187
Amaç: Primer perkütan koroner girişimler (PPKG) uygulanan bazı hastalarda etkili epikardiyal ve miyokardiyal perfüzyonun sağlanamadığı için mortalite yüksektir. Trombüs aspirasyonu (TA) bu hastalarda faydalı olabilir, ancak yapılan çalışmalarda çelişkili sonuçlar mevcuttur.   Bu nedenle biz bu meta-analizde PPKG ile birlikte TA’nu sadece PPKG uygulanan hastalar ile karşılaştırmayı amaçladık. 
 
Yöntem: PPKG’ye (n=5262) karşı PPKG+TA (n=5256) uygulanmış 16 çalışma meta-analize dahil edilmiştir. Biz bu analizde TIMI akım, miyokardiyal blush evresi (MBE), ST çözülmesi (STÇ) gibi epikardiyal ve miyokardiyal perfüzyon belirteçleri, tüm nedenlere bağlı ölüm, tekrarlayan Miyokart enfarktüsü (t-MI) hedef damar/lezyon revaskülarizasyonu (HDR/HLR), stent trombozu (ST) ve stroke için risk oranı (RR) hesapladık.
 
Bulgular: TA+PPKG uygulanan hastalarda sadece PPKG grubuna göre belirgin olarak daha fazla işlem sonrası TIMI-III akım, MBE II-III ve STÇ’ne sahipti. Ancak gruplar arasında tüm nedenlere bağlı ölüm  (%6,6’ya karşı %7,4, RR=0,903, %95 güven aralığı: 0,785-1,038, p=0,149), t-MI (%2,3’ye karşı %2,6, RR=0,884, %95 güven aralığı: 0,693-1,127, p=0,319), HDR/HLR (%8,2’ye karşı  %8,0, RR=1,028, %95 güven aralığı: 0,900-1,174, p=0,687), ST (%0,93’e karşı %0,90, RR=1,029, %95 güven aralığı: 0,668-1,583, p=0,898) ve stroke (%0,5’e karşı %0,5, RR=1,073, %95 güven aralığı: 0,588-1,959, p=0,819)  sıklıkları benzer olarak bulundu.
 
Sonuç: Bu meta-analiz TASTE çalışmasının bir yıllık sonuçlarının yayınlanmasından sonra gözden geçirilmiş ilk analiz olup, TA tüm nedenlere bağlı ölüm, t-MI, HDR/HLR, ST ve  Stroke riskini azaltmadığını göstermiştir.
Objective: The mortality rate is high in some patients undergoing primary percutaneous coronary intervention (PPCI) because of ineffective epicardial and myocardial perfusion. The use of thrombus aspiration (TA) might be beneficial in this group but there is contradictory evidence in current trials. Therefore, using PRISMA statement, we performed a meta-analysis that compares PPCI+TA with PPCI alone.
 
Methods: Sixteen studies in which PPCI (n=5262) versus PPCI+TA (n=5256) were performed, were included in this meta-analysis. We calculated the risk ratio (RR) for epicardial and myocardial perfusion, such as the Thrombolysis In myocardial Infarction (TIMI) flow, myocardial blush grade (MBG) and stent thrombosis (ST) resolution (STR), and clinical outcomes, such as all-cause death, recurrent infarction (Re-MI), target vessel revascularization/target lesion revascularization (TVR/TLR), stent thrombosis (ST), and stroke.
 
Results: Postprocedural TIMI-III flow frequency, postprocedural MBG II-III flow frequency, and postprocedural STR were significantly high in TA+PPCI compared with the PPCI alone group. However, neither all-cause mortality [6.6% vs. 7.4%, RR=0.903, 95% confidence interval (CI): 0.785-1.038, p=0.149] nor Re-MI (2.3% vs. 2.6%, RR=0.884, 95% CI: 0.693-1.127, p=0.319), TVR/TLR (8.2% vs. 8.0%, RR=1.028, 95% CI: 0.900-1.174, p=0.687), ST (0.93% vs. 0.90%, RR=1.029, 95% CI: 0.668-1.583, p=0.898), and stroke (0.5% vs. 0.5%, RR=1.073, 95% CI: 0.588-1.959, p=0.819) rates were comparable between the groups.
 
Conclusion: This meta-analysis is the first updated analysis after publishing the 1-year result of the “Thrombus Aspiration during ST-Segment Elevation Myocardial Infarction” trial, and it showed that TA did not reduce the rate of all-cause mortality, Re-MI, TVR/TLR, ST, and stroke. 
 

2.Effect of cardiac resynchronization therapy on ventricular repolarization: A meta-analysis
Xu Duan, Wei Gao
PMID: 25333977  PMCID: PMC5337053  doi: 10.5152/akd.2014.5255  Pages 188 - 195
Amaç: Kardiyak resinkronizasyon tedavisinin (KRT) ventrikül repolarizasyon üzerinde proaritmik etkisinin olduğu düşünülüyordu. Ancak önceki çalışmaların sonuçları tutarsızdı. Bu çalışmanın amacı ventrikül repolarizasyon üzerinde KRT’nin etkisini tanımlamaktı

 
Yöntemler: KRT geçiren hastalarda ventrikül repolarizasyonu üzerine KRT’nin etkisine odaklanan bir meta-analiz çalışmasıdır. Son noktalar QT intervali (QT), JT aralığı (JT), QT dispersiyonu (QTD) ve peak-T dalga sonu (Tp-e) aralığını içerir.
 
Bulgular: Toplamda 14 çalışma meta-analizimize dahil edildi. Veriler birleştirildikten sonra, biventrikül (BV) pacing ve intrinsik ventriküler ritim arasında QT, JT ve Tp-e ‘de anlamlı farklılık gözlendi. QTD intrinsik olandan BV’deki pacing daha düşüktü, ama önemi belirsizdi [ortalama farklılık (MD): -17,33, %95 CI-34,44 to -0,22, p=0,05]. Tp-e intrinsik sol ventriküler (SV) pacingden oldukça uzundu (MD: 21,44, %95 CI 2,37'den 40,51, p=0,03). LV pacing ve intrinsik ventriküler ritim arasında QT, JT ve QTD’de anlamlı farklılık gözlendi
 
Sonuçlar: KRT geçiren hastalarda, ventrikül repolarizasyonuna BV pacingin kötü etkisi tanımlanamadı, ama LV pacing Tp-e’yi uzatan bir etkiye sahiptir.
Objective: Cardiac resynchronization therapy (CRT) was thought to have a proarrhythmic effect on ventricular repolarization. But the results of previous studies were inconsistent. The aim of this study was to determine the effect of CRT on ventricular repolarization.
 
Methods: A meta-analysis of studies focused on the effect of CRT on ventricular repolarization in patients undergoing CRT was conducted. Endpoints including QT interval (QT), JT interval (JT), QT dispersion(QTD) and interval between the peak to end of T wave (Tp-e).
 
Results: A total of 14 studies were included in our meta-analysis. After pooling the data, no significant difference was observed in QT, JT and Tp-e between biventricular (BV) pacing and intrinsic ventricular rhythm. BV paced QTD was lower than intrinsic QTD, but the significance was ambiguous [mean difference (MD): -17.33, 95% CI -34.44 to -0.22, p=0.05]. Left ventricular (LV) paced Tp-e was significantly longer than intrinsic Tp-e (MD: 21.44, 95% CI 2.37 to 40.51, p=0.03). No significant difference was observed in QT, JT and QTD between LV pacing and intrinsic ventricular rhythm.
 
Conclusion: In patients undergoing CRT, BV pacing has no deteriorating effect on ventricular repolarization, but LV pacing has a prolonging effect on Tp-e.
 

ORIGINAL INVESTIGATION
3.Evaluation of association between common genetic variants on chromosome 9p21 and coronary artery disease in Turkish population
Hüseyin Altuğ Çakmak, Burcu Bayoğlu, Eser Durmaz, Günay Can, Bilgehan Karadağ, Müjgan Cengiz, Vural Ali, Hüsniye Yüksel
PMID: 25333979  PMCID: PMC5337054  doi: 10.5152/akd.2014.5285  Pages 196 - 203
Amaç: Koroner arter hastalığı (KAH), genetik ve çevresel faktörlerin kompleks etkileşiminden meydana gelen, dünyada ölümlerin en önde gelen nedenidir. Genom tabanlı ilişki çalışmaları (GWAS) sonucunda 9p21 kromozom bölgesi farklı popülasyonlarda KAH ile en güçlü ilişkili lokus olarak bulunmuştur. Bu çalışmanın amacı, Türk popülasyonunda 9p21 kromozomu üzerindeki 2 tek nükleotid polimorfizmlerin (SNP) KAH yatkınlığı ile birlikte bu varyasyonların kardiyovasküler risk faktörleri ve KAH şiddeti ile olan ilişkilerinin incelenmesidir.

 
Yöntemler: Bu çalışma bir gözlemsel vaka-kontrol çalışmasıdır. Çalışmada Türk popülasyonunda 9p21 kromozomu üzerindeki 2 SNP (rs2383207 ve rs1333049)’nin KAH ile olan ilişkilerinin incelenmesi amacıyla 460 gönüllü kişinin (220 KAH, 240 sağlıklı kontrol) genotiplemesi yapılmıştır. KAH ve sağlıklı gönüllü gruplarında 2 SNP gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) yöntemiyle analiz edildi. Ayrıca, bu SNP’lerin genotipik ve allelik varyasyonlarının KAH şiddetiyle olan ilişkileri Gensini skoru gibi yarı kantitatif metod ile değerlendirildi. İstatistiksel analiz için Student’s t testi ve çoklu regresyon analiz yöntemleri kullanıldı.
 
Bulgular: SNP rs1333049 ve  rs2383207 sırasıyla 1,81 (%95 Cl 1,05-3,12) ve 2.12 (%95 CI 1,19-4,10) düzeltilmiş OR ile KAH ile ilişkili saptandı. Sigara, aile öyküsü ve diyabet gibi KAH risk faktörlerinin düzeltilmesi sonrasında rs2383207 için homozigot AA genotipi 3,69 düzeltilmiş OR ile KAH riskini arttırmıştır. Bu çalışmada ayrıca rs1333049 ve rs2383207 ile KAH şiddetini gösteren Gensini skoru arasında çok güçlü ilişki saptandı (p<0,001).
 
Sonuç: Türk popülasyonunda 9p21 kromozomu üzerindeki rs2383207 ve rs1333049 SNP’leri KAH riski  ve şiddeti ile önemli derecede ilişkilidir.
Objective: Coronary artery disease (CAD), which develops from complex interactions between genetic and enviromental factors, is a leading cause of death worldwide. Based on genome-wide association studies (GWAS), the chromosomal region 9p21 has been identified as the most relevant locus presenting a strong association with CAD in different populations. The aim of the present study was to investigate the association of two SNPs on chromosome 9p21 on susceptibility to CAD and the effect of these SNPs along with cardiovascular risk factors on the severity of CAD in the Turkish population.
 
Methods: This study had an observational case-control design. We genotyped 460 subjects, aged 30-65 years, to investigate the association of 2 SNPs (rs1333049, rs2383207) on chromosome 9p21 and CAD risk in Turkish population. Real-time polymerase chain reaction (RT-PCR) was used to analyze the 2 SNPs in CAD patients and healthy controls. The genotype and allelic variations of these SNPs with the severity of CAD was also assessed using semi-quantitative methods such as the Gensini score. Student’s t test and multiple regression analysis were used for statistical analysis.
 
Results: The SNPs rs1333049 and rs2383207 were found to be associated with CAD with an adjusted OR of 1.81 (95% Cl 1.05-3.12) and 2.12 (95% CI 1.19-4.10) respectively. After adjustment of CAD risk factors such as smoking, family history of CAD and diabetes, the homozygous AA genotype for rs2383207 increased the CAD risk with an OR 3.69. Also a very strong association was found between rs1333049 and rs2383207 and Gensini scores representing the severity of CAD (p<0.001).
 
Conclusion: The rs2383207 and rs1333049 SNPs on 9p21 chromosome were significantly associated with the risk and severity of CAD in the Turkish population. 
 

4.The role of the fragmented QRS complexes on a routine 12-lead ECG in predicting non-responsiveness to cardiac resynchronization therapy
Mohammad Assadian Rad, Narges Tabarzan Baboli, Anoosh Barzigar, Jalal Keirkhah, Soheil Soltanipour, Hamid Reza Bonakdar, Fardin Mirbolouk, Hassan Moladoust
PMID: 25333982  PMCID: PMC5337055  doi: 10.5152/akd.2014.5307  Pages 204 - 208
Amaç: Kardiyak resenkronizasyon tedavisi (KRT), ventriküler dissenkronil kalp yetersizliği (KY) olan hastalarda, umut verici bir tedavi seçeneği olarak tanıtıldı. Bununla beraber, bu işlem için uygun olan  aday, hastaların seçimi tartışılmalıdır. Fragmante QRS (fQRS), subendokardiyal fibrozis ve miyokart sikatrisleri ile ilişkilidir. Bu çalışmada, KRT’ye yanıtın bir göstergesi olarak, rutin 12-elektrodlu EKG'deki, pQRS kompleksinin rolünü araştırmayı amaçladık.
 
Yöntemler: KRT uygulanan, KY’li altmış beş ardışık hasta üzerinde çalışıldı. Hastaların, 12-elektrodlu EKG'leri bir kardiyolog tarafından pQRS'in varlığını bulmak için analiz edildi. KRT'deki ekokardiyografik cevap, sol ventrikül sistol sonu hacminin (SVSSH)  ?% 15 azalması olarak tanımlandı. fQRS olan ve olmayan hastalar arasında KRT'ye cevap, karşılaştırıldı.
 
Bulgular: Çalışma grubu, 62±12 yaş ortalamalı 27 kadın (%41,5) ve 38 erkek (%58,5), içeriyordu. Yirmi yedi hastanın (%41,5) başlangıç EKG’lerinde fQRS vardı. KRT’den sonra, KRT’ye cevap veren total 46 hasta (%70,8)’da bir şekilde ortalama SVEF % sinde artma önemliydi ve SVSSH ve SVSSH’nin azalması önemliydi (sırasıyla p<0,001 ve  p=0,001). Multivaryans lojistik analizde, fQRS yokluğu KRT’ye cevabın bir belirteci olarak bulundu (OR: 4,553, %95 CI: 1,345-15,418, p=0,015).
 
Sonuç: Miyokart sikotrisinin bir işareti olan fQRS’nin KRT’ye cevapsızlığı kestirdiğini gösterdik. Bu yüzden pQRS, KRS adaylarının seçilmesine yardımcı olabilir. 
Objective: Cardiac resynchronization therapy (CRT) is introduced as a promising therapeutic option in heart failure (HF) patients with ventricular dyssynchrony.The challenge, however, is identifying the patients who are suitable candidates for this procedure. Fragmented QRS (fQRS) is associated with subendocardial fibrosis and myocardial scars. In this study, we aimed to evaluate the role of fragmented QRS complex on a routine 12-lead ECG as a predictor of response to CRT.
 
Methods: Sixty-five consecutive patients with HF who underwent CRT, were studied. Patients' resting 12-lead ECGs were analyzed to find presence of fQRS by a cardiologist. Echocardiographic response to CRT was defined as ?15% decrease in left ventricular end-systolic volume (LVESV) after CRT implantation. Response to CRT was compared between patients with and without fQRS.
 
Results: The study group included 27 women (41.5%) and 38 men (58.5%) with a mean (±SD) age of 62±12 years. 27 patients (41.5%) had fQRS in their basal ECGs. Totally 46 patients (70.8%) responded to CRT in a way that the mean left ventricular ejection fraction (%) significantly increased, and left ventricular end diastolic volume (LVEDV) significantly decreased after CRT (p<0.001 and p=0.001 respectively). In multivariate logistic analysis, lack of fQRS was found to be a predictor of response to CRT (OR: 4.553, 95% CI: 1.345-15.418, p=0.015).
 
Conclusion: We showed that the fQRS complex, as a sign of myocardial scar, predicts non-responsiveness to CRT. Therefore, fQRS may help selecting of CRT candidates. 
 

5.The importance of fragmented QRS in the early detection of cardiac involvement in patients with systemic sclerosis
Nermin Bayar, Hasan Fatih Çay, Zehra Erkal, İlhan Sezer, Şakir Arslan, Göksel Çağırcı, Serkan Çay, İsa Öner Yüksel, Erkan Köklü
PMID: 25333976  PMCID: PMC5337056  doi: 10.5152/akd.2014.5191  Pages 209 - 212
Amaç: Sistemik skleroz (SSc)  diffüz  vasküler lezyonlar  ve fibrozis ile karakterize otoimmün konnektif  doku hastalığıdır.  Klinik semptomatik kardiyak disfonksiyon ortaya çıktığında hastalığın prognozu kötüdür,  bu nedenle SSc hastalarında kardiyak disfonksiyonun erken tanısı önemlidir. Bu çalışmanın amacı kardiyak yönden asemptomatik SSc hastalarında yüzey EKG’de fragmente QRS (fQRS)  sıklığını araştırmak ve  bunun pulmoner arter basıncı  ile ilişkisini araştırmaktır.
 
Yöntemler: Çalışmaya kardiyak yönden asemptomatik otuz bir SSc hastası (23 kadın, 40,4±9,2 yıl)  ve kontrol grubu olarak sağlıklı kırk bir gönüllü (31 kadın, 38,2±11,8 yıl)  alındı.  Hastaların 12 derivasyonlu yüzey elektrokardiyografileri (EKG) ve transtorasik ekokardiyografi kayıtları değerlendirildi. Yüzey EKG’de fQRS varlığı  ile sistolik pulmoner arter basıncı ile ilişkisi araştırıldı.
 
Bulgular: SSc grubunda ortalama sPAB değeri kontrol grubundan yüksek bulundu (26 mm Hg ve 20 mm Hg, sırasıyla, p<0,001). SSc grubunda fQRS varlığı kontrol grubundan daha sık bulundu (%55 ve %10, sırasıyla, p<0,001). SSc hastalarında fQRS varlığı, %88 duyarlılık ve %79 özgüllük ile 24 mm Hg ?sPAB varlığı ile ilişkili bulundu.

 
Sonuç: Çalışmamızda SSc hastalarında fQRS varlığına normal popülasyondan daha sık rastlanmıştır.  SSc hastalarında  mortalitenin önde gelen nedeni pulmoner hipertansiyon  olduğundan,  fQRS varlığının  sPAB artışı ile ilişkili olması da dikkate alınmalıdır.  

Objective: Systemic sclerosis (SSc) is an autoimmune connective tissue disorder characterized by fibrosis. The prognosis of the disease is bad when clinically symptomatic cardiac dysfunction is occurred, therefore early detection of cardiac dysfunction is important in patients with SSc. The aim of this study was to investigate the frequency of fQRS in superficial electrocardiography in cardiacally asymptomatic patients with SSc and its relation to the systolic pulmonary artery pressure (sPAP).
 
Methods: This study included 31 cardiacally asymptomatic patients with SSc (23 females, 40.4±9.2 years) and 41 healthy volunteers as the control (31 females, 38.2±11.8 years). The ECGs with 12 derivations and transthoracic echocardiographies of the patients were evaluated. The presence of fQRS in the superficial ECG, and its relation to systolic pulmonary artery pressure (sPAP) were investigated.
 
Results: The mean sPAP value in the SSc group was observed to be higher than that of the control group (26 mm Hg and 20 mm Hg, respectively, p<0.001). The presence of fQRS in the SSc group was more frequent than the control group (55% and 10%, respectively, p<0.001). In SSc patients presence of fQRS become relevant with ?24 mm Hg sPAP by 88% sensitivity and 79% specificity.

 
Conclusion: In our study, the presence of fQRS in SSc patients, were more frequent than in the normal population. Since pulmonary hypertension is the primary cause of mortality in patients with SSc, the correlation of fQRS with sPAP should also be considered. 
 


6.Predicting the outcome in patients with unexplained syncope and suspected cardiac cause: role of electrophysiologic studies
Mohammad Assadian Rad, Mohammad Farahani, Zahra Emkanjoo, Hassan Moladoust, Abolfath Alizadeh
PMID: 25333981  PMCID: PMC5337057  doi: 10.5152/akd.2014.5306  Pages 213 - 217
Amaç: Açıklanamayan senkop elektrofizyolojistlerin yüz yüze kaldığı tartışmalı bir konudur. Prognoz temelde yatan nedene, özellikle kalp kökenli olanlara bağlı olarak çoklukla değişiklikler gösterir. Kardiyak nedenli senkop hastalarında, prognozu tayin eden belirteç olarak, anormal elektrofizyolojik (EF) sonuçları ve mortalite ile ilgili risk faktörlerini tayin etmeyi araştırdık.
 
Yöntemler: Açıklanamayan senkoplu toplam 227 ardışık hasta prospektif olarak bu çalışmaya alındı. Çalışmaya alınma kriterleri temel alınarak, 177 hastada EF çalışması yapıldı. Kalp kökenli senkoptan şüphelenilen bu hastalar EF çalışmasına dahil edildi ve negatif çıkanlara Head-up testi (HUTT) yapıldı. Yüz otuz iki hasta 20.0±10.8 ay tam takip edildi.
 
Bulgular: Senkopun kardiyak nedeni %35, nörojen etkin senkop %35,6 ve geri kalan %29,4 tüm ayrıntılı nörolojik ve kardiyolojik değerlendirmelere rağmen açıklanamayan senkop nedenli olarak saptandı. Lojistik analizler senkobun kardiyak nedenlerinin belirteçleri olarak, prodromal semptomların olmaması, sol dal bloğu (SDB), şiddetli sol ventrikül (SV) yetmezliği ve erkek cinsinin varlığını ortaya çıkardı. Lojistik analizde; SDB’nin varlığı (OR=6,63; %95 CI: 1,09-40) ölümle sonuçlanmada, istatistik anlamlı bulundu.
 
Sonuç: Bu çalışma SDB’nin varlığı, anormal EF çalışma sonucu ve yapısal kalp hastalığı (YKH)’nın varlığının, senkobun kalp nedenli olduğundan şüphe edilen hastalarda, prognostik değer taşıdığının kanıtını sağlamaktadır. YKH’li ve EF çalışması negatif olan, açıklanamayan senkoplu hastalarda SV disfonksiyonu olsa bile uzun-dönem prognoz iyidir.
Objective: Unexplained syncope is a challenge facing electrophysiologists. The prognosis varies widely depending on underlying causes, specially, cardiac ones. We sought to determine the abnormal electrophysiolgic (EP) study results as predictors of prognosis in syncope patients with suspected cardiac cause and risk factors associated with mortality.
 
Methods: A total of 227 consecutive patients with unexplained syncope were prospectively enrolled in this study. EP study was performed in 177 patients in base of inclusion criteria. These patients, in whom a cardiac cause of syncope was suspected, underwent EP study and if negative, head-up tilts test (HUTT). Complete follow-up was obtained for 132 patients for 20.0±10.8 months.
 
Results: A cardiac cause of syncope was established in 35%, a neurally mediated syncope in 35.6%, and in the rest 29.4% the cause of syncope remained unexplained despite a throughout neurologic and cardiologic evaluation. Logistic analysis revealed that the significant predictors of a cardiac cause of syncope were the absence of prodromal symptoms, left bundle branch block (LBBB), sever left ventricle (LV) dysfunction and male gender. At logistic analysis, the presence of LBBB (OR=6.63; 95% CI: 1.09-40) was significantly associated with outcome of death.
 
Conclusion: The present study provides evidence that presence of LBBB, abnormal EP study result and structural heart disease (SHD) have prognostic value in patients with suspected cardiac cause of syncope. The patients with SHD and unexplained syncope who had a negative EP study have a good long-term prognosis even in the presence of LV dysfunction. 
 

7.Predictors of poor coronary collateral development in patients with stable coronary artery disease: Neutrophil-to-lymphocyte ratio and platelets
Fatih Akın, Burak Ayça, Ömer Çelik, Cem Şahin
PMID: 25880175  PMCID: PMC5337058  doi: 10.5152/akd.2014.5263  Pages 218 - 223
Amaç: Koroner arter hastalığı olan hastalarda koroner kollateral gelişiminin derecesindeki değişkenlik halen tam olarak anlaşılamamıştır. Biz stabil koroner arter hastalığı olan hastalarda zayıf koroner kollateral gelişiminin belirteçlerini değerlendirdik.
 
Yöntemler: Anjiyografisinde ciddi derecede darlığı veya tam tıkanıklığı olan 258 hastada zayıf koroner kollateral gelişiminin belirteçlerini araştırdık. Koroner kollateral gelişimini sınıflandırmak için, Rentrop sınıflandırmasını kullandık.
 
Bulgular: Zayıf koroner kollateral gelişimine sahip hastalar iyi gelişmiş koroner kollateral hastalarına oranla ciddi oranda daha yüksek nötrofil/lenfosit oranına sahipti, (4,2±2,8 karşı 3±3,1, p=0,001), ancak ortalama trombosit hacmi, eritrosit dağılım genişliği ürik asit farklı değildi. Lojistik regresyon analizi nötrofil lenfosit oranının zayıf koroner kollateral gelişiminin bağımsız bir belirteci olduğunu gösterdi (odds ratio 1,199, 95% confidence interval  1,045-1,375).
 
Sonuç: Artmış nötrofil/lenfosit oranı koroner kollateral gelişiminde ciddi bir bozulma ile ilişkilidir. Bizim bulgularımız stabil koroner arter hastalığı olan hastalarda nötrofil/lenfosit oranının koroner kollateral dolaşımın yeterliliğinin, ucuz, her yerde ulaşılabilen bir hematolojik marker olabileceğini akla getirmektedir.
Objective: The heterogeneity in the degree of collateralization among patients with coronary artery disease (CAD) remains incompletely understood. We evaluated the predictors of poorly developed coronary collateral circulation (CCC) in patients with stable coronary artery disease.
 
Methods: Current  study is a retrospective study, consisting of 118  patients with poor CCC and 130 patients with good CCC. We investigated predictors of poor coronary collaterals in a cohort of 248 patients who had high-grade coronary stenosis or occlusion on their angiograms. To classify CCC, we used the Rentrop classification.
 
Results: Patients with poorly developed CCC had significantly higher neutrophil-to-lymphocyte ratio (N/L) compared with those with well-developed CCC, (4.2±2.8 vs. 3±3.1, p=0.001), whereas mean platelet volume, red cell distribution width and uric acid were not significantly different. Logistic regression analysis showed that N/L ratio (odds ratio 1.199, 95% confidence interval 1.045-1.375) and serum triglyceride levels [odds ratio (OR)=1.006, 95% confidence interval (CI)=1.001-1.010] were independent predictors of poorly developed CCC.
 
Conclusion: An elevated level of N/L ratio is independently associated with a significant impairment in coronary collateralization. Our findings suggest that N/L ratio is an inexpensive, universally available hematological marker for sufficiency of CCC in patients with stable coronary artery disease. 
 

8.Epicardial adipose tissue thickness is associated with myocardial infarction and impaired coronary perfusion
Aslı Tanındı, Sinan Altan Kocaman, Aycan Fahri Erkan, Murat Uğurlu, Aslıhan Alhan, Hasan Fehmi Töre
PMID: 24981296  PMCID: PMC5337059  doi: 10.5152/akd.2014.5277  Pages 224 - 231
Amaç: Epikardiyal adipoz doku (EAD), subklinik ateroskleroz ve  aşikar  koroner arter hastalığı (KAH) varlığı, ciddiyeti, yaygınlığı ile ilişkili olduğu gösterilmiş, endokrin ve parakrin etkilere sahip özelleşmiş bir dokudur. Bu çalışmada, KAH olan bireylerde akut miyokart enfarktüsü ile EAD arasında ilişki olup olmadığı ve EAD kalınlığı ile koroner kan akımının objektif göstergesi olan TIMI pencere sayısı (TFC) ve miyokardiyal perfüzyonu gösteren miyokardiyal yıkanma skoru (MBG) arasındaki korelasyon incelenmektedir.
 
Yöntemler: Bu çalışma gözlemsel ve kesitsel nitelikte olup, Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dr. Rıdvan Ege Hastanesi kardiyoloji departmanına kararlı angina pektoris (SAP) veya akut koroner sendrom nedeniyle başvurup koroner anjiyografi yapılması kararı verilen 200  ardışık hasta dahil edilmiştir. EAD kalınlığı  transtorasik ekokardiyografi ile ölçülmüştür. Epikardiyal koroner kan akımı ve miyokardiyal perfüzyonun değerlendirilmesi için femoral yol kullanılarak koroner anjiyografi yapılmıştır.
 
Bulgular: Ortalama EAD kalınlığı SAP, kararsız angina pektoris (USAP) ve akut miyokart enfarktüsü (AMI) gruplarında sırasıyla  5,4±1,9 mm, 6,3±1,8 mm, ve 8,5±1,4 mm olarak saptandı (p<0,001). EAD kalınlıklarındaki artışa paralel olarak, TFC değerleri artmakta, ancak MBG değerleri daha düşük saptanmaktadır (EAD kalınlığı <5 mm, 5-7 mm, >7 mm için; ortalama TFC değerleri sırasıyla: 21,6±2,2, 25,3±3,3 ve 35,2±7,7; ve ortalama MBG değerleri sırasıyla: 2,98±0,14, 2,83±0,57 ve 1,7±1,16, her ikisi için p<0,001). ROC analizinde AMI için saptanan EAD kesim değeri 7,8 mm dir (EAA: 0,876; p<0,001, %95 CI: 0,822-0,927) ve öngördürücü olması bakımından %81,8 sensitif ve %82,5 spesifik olarak bulunmuştur.

 
Sonuç: EAD kalınlığındaki artış, AMI ile ilişkilidir. EAD kalınlığının  kolay ulaşılabilir ve ucuz bir yöntem olan ekokardiyografi ile takip edilmesi, risk belirleme açısından daha agresif yaklaşım gerektirebilecek koroner arter hastalarının seçilmesinde yardımcı bir parametre olarak takipte kullanılabilir.

Objective: Epicardial adipose tissue (EAT) is associated with the presence, severity and extent of atherosclerotic coronary artery disease (CAD) in addition to subclinical atherosclerosis. We investigated if EAT thickness is related to acute myocardial infarction in patients with CAD. We also searched for the association between EAT thickness and objective coronary flow and myocardial perfusion parameters such as Thrombolysis in Myocardial Infarction Frame count (TFC) and myocardial blush grade (MBG).
 
Methods: Two-hundred consecutive patients with stable angina pectoris or acute coronary syndrome who were admitted to Ufuk University Faculty of Medicine, Dr Rıdvan Ege Hospital cardiology department were included in this observational, cross-sectional study. EAT thickness was evaluated by conventional transthoracic echocardiography. Coronary angiography was performed to determine the coronary involvement and perfusion.
 
Results: Mean EAT thicknesses were 5.4±1.9 mm, 6.3±1.8 mm, and 8.5±1.4 mm in the stable angina pectoris (SAP), unstable angina pectoris (USAP) and acute myocardial infarction groups, respectively (p<0.001). With increasing EAT thickness, TFC increases whereas mean MBG values decrease (for EAT thickness <5 mm, 5-7 mm, >7 mm; mean TFC: 21.6±2.2, 25.3±3.3 and 35.2±7.7; and MBG values: 2.98±0.14, 2.83±0.57 and 1.7±1.16, respectively; both p<0.001). Cut-off EAT value to predict AMI was identified as 7.8 mm (ROC analysis AUC: 0.876; p<0.001, 95% CI: 0.822-0.927). Sensitivity and specificity of EAT cut-off value 7.8 mm to predict AMI were 81.8% and 82.5% respectively.

 
Conclusion: Increased EAT is associated with AMI and it may prove beneficial for choosing patients who would need more aggressive approach in terms of risk reduction using echocardiography which is a relatively cheap and readily available tool as a follow-up parameter.
 


9.A clinical study about contrast nephropathy: risk factors and the role of beta blockers
Çağdaş Akgüllü, Ufuk Eryılmaz, Hasan Güngör, Ahmet Huyut, Cemil Zencir, Tolga Hekim
PMID: 25333980  PMCID: PMC5337060  doi: 10.5152/akd.2014.5304  Pages 232 - 240
Amaç: Halen kontrast nefropati (KN) gelişmesinin öngörülemediği bir hasta grubu mevcuttur. Ayrıca KN'yi engelleyebilecek daha etkin stratejiler üretmek için çaba sarf edilmektedir. Karvedilol, metoprolol ve nebivolol KN'yi engelleyebilecek teorik potansiyele sahip görünmektedir. Bu çalışmada, onların KN üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık. Ayrıca çalışma grubumuzda KN ile ilişkili risk faktörlerini tanımlamayı da amaçladık.
 
Yöntemler: Bu prospektif ve kesitsel çalışmada, hastalar 25 mg/gün karvedilol (n=56), 5 mg/gün nebivolol (n=60), 50 mg/gün metoprolol (n=68) alanlar veya hiç  almayanlar (n=63) olmak üzere dört gruba bölündü. Ajanların KN'yi engelleme konusundaki etkinliklerini göstermek için analiz yaptık. Ayrıca tüm grupları içeren çoklu lojistik regresyon analizi ile KN gelişimine etki eden risk faktörlerini tanımladık.
 
Bulgular: Kontrast nefropati sıklığı karvedilol grubunda en az sıklıkta saptandı (%4), metoprolol grubunda ise en sık gözlendi (%10). Kontrast nefropati sıklığı açısından gruplar arasındaki fark istatistiksel anlamlılığa ulaşmadı (p>0,05). Çoklu lojistik regresyon analizinde yaş (p=0,003),  hipertrigliseridemi (p=0,011) ve koroner arter hastalığı aile öyküsü (p=0,038), KN'nin prediktörleri olarak saptandı.

 
Sonuç: Bu çalışmada, KN gelişimi ile karvedilol, nebivolol veya metoprolol kullanımları arasında ilişki saptanmamıştır. Yaş, yüksek trigliserit düzeyleri ve koroner arter hastalığı aile öyküsü KN'yi öngörmede risk faktörleri olarak saptanmıştır. 

Objective: There is still a group of patient that have unpredictable risk for the development of contrast nephropathy (CN). There is also an effort to find more effficient strategies to prevent CN. Carvedilol, metoprolol and nebivolol seem to have theoretical potentials for the prevention of CN. In this study, we aimed to investigate their effects on the prevention of CN. We also aimed to define the risk factors associated with the development of CN in our study group.
 
Methods: In this prospective, cross-sectional study, the patients were divided into four groups according to whether they were taking 25 mg/day carvedilol (n: 56), 5 mg/day nebivolol (n: 60), 50 mg/day metoprolol (n: 68) or none (n: 63). We made analysis to determine the agents' efficiency on the prevention of CN. We also performed multiple logistic regression analysis including all groups to define the risk factors associated with CN.
 
Results: The incidents of CN were the lowest in the carvedilol group (4%) while the worst performance occurred in those taking metoprolol (10%). The difference between the groups in terms of the development of CN did not reach statistical significance (p>0.05). Multiple logistic regression analysis showed age (p=0.003), higher triglyceride levels (p=0.011) and family history of coronary artery disease (p=0.038) to be the predictors of CN.

 
Conclusion: In this study, we didn’t find any relation between the development of CN and carvedilol, metoprolol or nebivolol usage. We found age, higher levels of triglyceride and family history of coronary artery disease to be risk factors for predicting CN. 
 


EDITORIAL COMMENT
10.Contrast nephropathy: Risk factors and the role of beta blockers
Rodney G. Bowden
PMID: 25880176  PMCID: PMC5337061  doi: 10.5152/akd.2015.14769  Page 241
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL INVESTIGATION
11.Do we need a femoral artery route for transvenous PDA closure in children with ADO-I?
Ali Baykan, Nazmi Narin, Abdullah Özyurt, Mustafa Argun, Özge Pamukçu, Sertaç H. Onan, Sadettin Sezer, Zeynep Baykan, Kazım Üzüm
PMID: 25333978  PMCID: PMC5337062  doi: 10.5152/akd.2014.5269  Pages 242 - 247
Amaç: Amplatzer duct occluder-I (ADO-I) ile perkütan patent duktus arteriyosus (PDA) kapamada standart uygulama, aortik girişim rehberliğinde yapılan transvenöz kapamadır. Bu çalışmada, femoral arter kullanılmadan, ADO-I kullanılarak femoral ven yoluyla yapılan PDA kapamanın standart prosedürle karşılaştırılması amaçlandı.
 
Yöntemler: Retrospektif olarak tasarlanan bu çalışmaya 101 çocuk hasta dahil edildi. 2004-2012 yılları arasında, hastaların 19’una (grup 1) PDA kapama girişimi sadece femoral venöz yol kullanılarak, 92’sine ise (grup 2) standart metod olan femoral arter ve venöz girişleri yapılarak sağlandı. Grup 1’deki hastalarda cihazın pozisyonu ve rezidü şant, pulmoner arter enjeksiyonunun dönüş fazındaki aortogramın rehberliğinde ve transtorasik ekokardiyografi eşliğinde yapıldı. Gruplar arasındaki karşılaştırmalarda Mann-Whitney U, chi-squared istatistiksel analizleri kullanıldı.
 
Bulgular: Grup 1’de 18 (% 95), grup 2’de 90 hastada (%98) işlem başarılı oldu. Grup 2’de cihazın pulmoner arter embolizasyonu (n=1), pulmoner artere protrüzyonu (n=1), kasık hematomu (n=3), femoral arter kanaması (n=2) olmak üzere toplam 7 hastada (%7,2) komplikasyon gözlenirken, grup1’de hiçbir hastada minör/majör komplikasyon gözlenmedi. İşlemin başarılı olduğu hastalarda tam kapanma grup 1’de kateter salonunda 14 hastada (%77,8), 24. saatte 2 (%11,1), 1. ayda 2 (%11,1) hastada; grup 2’de katater salonunda 66 hasta (%73,4), 24. saatte ve 21 (%23,3), 1. ayda 3 hasta (%3,3) şeklindeydi. Birinci ayın sonunda her iki grupta da tüm hastalarda tam kapanma gerçekleşti.
 
Sonuç: Bu teknik, ADO-I’ in kullanıldığı PDA kapamalarda, femoral arterine girilemeyen veya girilmesi kontrendike olan çocuklarda bir seçenek olabilir. Ancak methodun etkinliği ve güvenilirliği için randomize çok merkezli klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objective: The standard procedure in percutaneous closure of patent ductus arteriosus (PDA) with Amplatzer duct occluder-I (ADO-I) is transvenous closure guided by aortic access through femoral artery. The current study aims to compare the procedures for PDA closure with ADO-I: only transvenous access with the standard procedure.
 
Methods: This study was designed retrospectively and 101 pediatric patients were included. PDA closure was done by only femoral venous access in 19 of them (group 1), arterial and venous access used in 92 patients (group 2) between 2004 to 2012 years. The position of the device and residual shunt in group1 was evaluated by the guidance of the aortogram obtained during the return phase of the pulmonary artery injection and guidance of transthoracic echocardiography. Shapiro-Wilk's test, Mann-Whitney U, chi-squared tests were used for statistical comparison.
 
Results: The procedure was successful in 18 (95%) patients in group 1 and 90 (98%) patients in group 2. Complications including the pulmonary artery embolization (n=1), protrusion to pulmonary artery (n=1), inguinal hematoma (n=3), bleeding (n=2) were only detected in group 2. In other words, while complications were observed in 7 (7.2%) patients in group 2, no minor/major complication was observed in group 1. Complete closure in group 1 was: in catheterization room 14 (77.8%), at 24th hour in 2 (11.1%), at first month in 2 (11.1%).  Complete closure in group 2 was: 66 (73.4%) patients in the catheterization room, 21 (23.3%) at 24th hour, 3 (3.3%) at first month, complete closure occurred at the end of first month.
 
Conclusion: In percutaneouse PDA closure via ADO-I, this technique can be a choice for patients whose femoral artery could not be accessed, or access is impossible/contraindicated. But for the reliability and validity of this method, randomized multicenter clinical studies are necessary.  
 

EDITORIAL COMMENT
12.Do we need a femoral artery route for transvenous PDA closure in children with ADO I?
Basil (Vasileios) Thanopoulos
PMID: 25880177  PMCID: PMC5337063  doi: 10.5152/akd.2015.14638  Page 248
Abstract |Full Text PDF

REVIEW
13.Six-minute walk test in pulmonary arterial hypertension
Rengin Demir, Mehmet Serdar Küçükoğlu
PMID: 25880178  PMCID: PMC5337064  doi: 10.5152/akd.2015.5834  Pages 249 - 254
Egzersiz intoleransı pulmoner arteriyel hipertansiyonun (PAH) esas özelliğidir. PAH’lı hastalarda egzersiz kapasitesinin değerlendirilmesinde, altı dakika yürüme testi (6DYT) ve kardiyopulmoner egzersiz testi yaygın olarak kullanılmaktadır. Altı dakika yürüme testi mesafesi (6DYM), PAH’da esas klinik sonuç ölçümü olarak belirlenmiş ve yeni PAH tedavileri için yapılan pek çok çalışmada primer son nokta olarak kullanılmıştır. Klinik çalışmalarda 6DYM’nin son nokta olarak kullanılmasının pek çok avantajı vardır. 6DYT basit, ucuz, kolay uygulanabilen, tekrarlanabilir ve PAH’lı hastalar tarafından iyi tolere edilebilen standardize edilmiş bir testtir. Aynı zamanda semptomatik iyileşmenin geçerli bir ölçümüdür. Submaksimal egzersiz kapasitesinin bir ölçümü olarak maksimal kardiyopulmoner egzersiz testi değişkenleriyle, aynı zamanda fonksiyonel sınıf ve pulmoner hemodinamikler gibi hastalık şiddetinin belirteçleriyle koreledir. Klinik uygulamada diğer invaziv ve noninvaziv hastalık belirteçleriyle birlikte hastalık progresyonunun ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda prognostik öneme sahiptir, prognozun iyi bir göstergesidir. Bununla birlikte son yıllarda PAH alanında 6DYM’nin primer son nokta olarak kullanımına dair itirazlar bulunmaktadır. Yüksek başlangıç yürüme mesafelerine sahip daha az şiddetli hastalığı olan kişilerde azalmış duyarlılığa ve halen PAH tedavisi alan hastalarda tedavi etkisini belirlemede azalmış yeterliliğe sahiptir. Kısıtlılıklarına rağmen 6DYM, PAH’lı hastaların değerlendirilmesinde ve idaresinde anahtar rol oynar.
Exercise intolerance is the main characteristic of pulmonary arterial hypertension (PAH). The six-minute walk test (6MWT) and cardiopulmonary exercise test are widely used in assessing exercise capacity of PAH patients. Six-minute walk distance (6MWD) has been specified as the main clinical outcome in PAH and has been used as the primary end-point in many studies conducted for new PAH treatments. Using 6MWD as the end-point in clinical studies has many advantages. 6MWT is an inexpensive, easily applicable, and repeatable standardized test that is well-tolerated by PAH patients. Moreover, it is a valid measure of symptomatic improvement. It is correlated with variables of maximal cardiopulmonary exercise test as a measure of submaximal exercise capacity and disease severity markers such as functional class and pulmonary hemodynamics. It is widely used in clinical practice together with other invasive and non-invasive disease markers in assessing disease progression and response to treatment. In addition, it has prognostic importance and is a good prognostic marker. On the other hand, there are limitations to the use of 6MWD as the primary end-point in PAH treatment. It has decreased sensitivity in individuals with less severe disease and high 6MWD at baseline and decreased adequacy in assessing the effects of treatment in patients who are still under PAH treatment. Despite the limitations, 6MWD plays a key role in the evaluation and management of PAH patients.
 

EDUCATION
14.QT interval variations and mortality risk: Is there any relationship?
Ciprian Rezuş, Victor Dan Moga, Anca Ouatu, Mariana Floria
PMID: 25880179  PMCID: PMC5337065  doi: 10.5152/akd.2015.5875  Pages 255 - 258
Uzun ve kısa QT sendromlarının kalıtsal formlarında ortaya çıkan elektrokardiyografik QT interval süresinin anormal uzaması ve kısalması, artmış ventriküler aritmi ve ani kardiyak ölüm riski ile ilişkilidir. Normal sınırlar içinde olsa bile, bu değişen süreler genel popülasyonda artmış mortalite riski ile ilişkilidir. QT intervalinin aşırı uzaması veya azalması hastada malign ventriküler aritmilere ve ani kardiyak ölümlere zemin hazırlamakla birlikte, QT intervali ve kardiyovasküler hastalık mortalitesi arasındaki kesin doz-cevap ilişkisi hâlâ bilinmemektedir. Bu yazı QT invervalinin ölçümü ve raporlanması için daha standart yöntemlere gereksinimi ve QT interval varyasyonu ile ilişkili daha kesin risk değerlendirmelerine gereksinimi tanımlamaktadır.
Abnormal prolongation and shortening of the electrocardiographic QT interval duration, which occur in the hereditary forms of long and short QT syndromes, are associated with an increased risk of ventricular arrhythmias and sudden cardiac death. Even within the normal range, these altered durations are associated with an increased mortality risk in the general population. While extreme prolongation or reduction of the QT interval predisposes patients to malignant ventricular arrhythmias and sudden cardiac death, the precise dose-response relationship between the QT interval and cardiovascular disease mortality is still unknown. This paper describes the need for more standardized methods for measuring and reporting the QT interval and the need for more precise assessments of the risk associated with QT interval variation.

 

CASE REPORT
15.Catheter ablation of the anteroseptal accessory pathway from the non-coronary aortic cusp in a pediatric patient
İbrahim Cansaran Tanıdır, İsa Özyılmaz, Serkan Ünsal, Alper Güzeltaş, Yakup Ergül
PMID: 25880180  PMCID: PMC5337066  doi: 10.5152/akd.2015.5937  Pages 259 - 260
Turkish
 
Başlık:  Pediyatrik hastada anteroseptal aksesuvar yolun non-koroner aortik kasp yolu ile ablasyonu



LETTER TO THE EDITOR
16.A complementary index for quantification of cardiac electrical dispersion: Transmural dispersion of repolarization
Ömer Yiğiner, Alptuğ Tokatlı, Namık Özmen, Mehmet Doğan
PMID: 25880181  PMCID: PMC5337067  doi: 10.5152/akd.2015.6057  Pages 261 - 262
Turkish
 
Başlık:  Kalbin elektriksel dispersiyonunu değerlendirmek için tamamlayıcı bir indeks: Transmural repolarizasyon dispersiyonu



17.Heart rate variability can be affected by gender, blood pressure, and insulin resistance
Mustafa Gülgün, Muzaffer Kürşat Fidancı
PMID: 25880182  PMCID: PMC5337069  doi: 10.5152/akd.2015.6109  Pages 262 - 263
Turkish
 
Başlık:  Kalp hızı değişkenliği cinsiyet, kan basıncı ve insülin direncinden etkilenebilir



18.Long-term patency of autogenous saphenous veins vs. PTFE interposition graft for prosthetic hemodialysis access
Barçın Özcem, Kamil Gülşen, Levent Cerit, Cenk Conkbayır
PMID: 25880183  PMCID: PMC5337071  doi: 10.5152/akd.2015.6068  Pages 263 - 264
Turkish
 
Başlık:  Prostetik hemodiyaliz damar yolu için otojen safen ven ile PTFE greftin uzun dönem açıklığının karşılaştırılması



19.Cardiac enzyme (troponin levels) elevation in cardiac myxomas: Is it real?
Azin Alizadehasl, Anita Sadeghpour, Mohsen Neshati Pir Borj
PMID: 25880184  PMCID: PMC5337073  doi: 10.5152/akd.2015.5871  Page 264
Abstract |Full Text PDF

20.The preanalytical and analytical factors responsible for false-positive cardiac troponins
Kaan Okyay, Aylin Yıldırır
PMID: 25880185  PMCID: PMC5337074  doi: 10.5152/akd.2015.6006  Pages 264 - 265
Abstract |Full Text PDF

21.Acute anterior myocardial infarction after “Bonzai” use
Samet Yılmaz, Sefa Ünal, Mevlüt Serdar Kuyumcu, Kevser Gülcihan Balcı, Mustafa Mücahit Balcı
PMID: 25880186  PMCID: PMC5337075  doi: 10.5152/akd.2015.5994  Pages 265 - 266
Turkish
 
Başlık:  Bonzai kullanımı sonrası akut anteriyor miyokart enfarktüsü



MISCELLANEOUS
22.Highlights from EuroEcho-Imaging 2014
Cihan Altın, Leyla Elif Sade
PMID: 25880187  PMCID: PMC5337076  doi: 10.5152/akd.2015.0101  Pages 267 - 268
Abstract |Full Text PDF

23.Conference report: The symposium of sudden cardiac arrest survival
Mutlu Vural, Başar Cander, Mehmet Birhan Yılmaz, Nevzat Alkan, Pervin Tunç, Gülay Yedekçi
PMID: 25880188  PMCID: PMC5337077  doi: 10.5152/akd.2015.11111  Pages 269 - 270
Abstract |Full Text PDF

E-PAGE ORIGINAL IMAGES
24.Multiple coronary artery fistulae presenting with ST-elevation myocardial infarction
Ufuk Gürkan, Emre Aruğaslan, Mustafa Adem Tatlısu, Osman Bolca
PMID: 25880189  PMCID: PMC5337078  doi: 10.5152/akd.2015.5951  Page E8
Abstract |Full Text PDF

25.Thebesian valve: the cause of unsuccessful retrograde coronary sinus cannulation
Mateusz K. Holda, Mateusz Koziej, Wieslawa Klimek-Piotrowska
PMID: 25880190  PMCID: PMC5337079  doi: 10.5152/akd.2015.5952  Pages E8 - E9
Abstract |Full Text PDF

26.Echocardiographic diagnosis of an asymptomatic giant right atrial appendage aneurysm
Hong Qian, Ying Peng, Eryong Zhang
PMID: 25880191  PMCID: PMC5337080  doi: 10.5152/akd.2015.5990  Pages E9 - E10
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 The Anatolian Journal of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.